REDDİ-İ TEKZİB;Medrese-i Hayriyye’si Sohtalar Medresesi’nin ta kendisidir…
"Gümülcine Medrese-i Hayriyye'si 1455 yılında kurulmuş olan Sohtalar Medresesi'nin ta kendisidir"
İlahiyatçı yazar Selahattin Kesit, Gümülcine Medrese-i Hayriyye Vakıf Azınlık Orta ve Lise Okulu’nun tarihi kökeni ile ilgili ortaya atılan iddialara ve özellikle “Tekzib” başlığıyla yazılan yazıya da “Redd-i Tekzib” başlıklı yazısıyla cevap verdi. Kesit, konu hakkında delilleriyle birlikte Batı Trakya Türk Azınlık kamuoyunu bilgilendirdi.
İlahiyatçı yazar Selahattin Kesit’in 20 Şubat tarihli “REDDİ-İ TEKZİB” başlıklı yazısı aşağıdaki gibidir:
30 Ocak 2021 Cumartesi günü https://www.burasibatıtarkya.com haber sitesinde, TEKZİP/MEDRESE-İ HAYRİYE BAĞLAMINDA AZINLIK KAMUOYUNA AÇIKLAMA haber başlığı altında hezeyan dolu bir yazı gördü okuyucular.
Herkes yazı yazıp bilgisini paylaşabilir. Bunda bir sakınca yoktur. Zaten olması gereken de budur. Ancak kendisini ve MMMM’li kapatılmış derneğini ilgilendiren herhangi bir durum bugüne kadar meydana gelmemiş iken bu zat kendini göklerde uçan bir nesne görmüş olmalı ki, kendinden gayri herkes cahil, kendisi ise MUTLAK ALLÂME edasıyla hakaret içerikli açıklama ile tahkir etmeyi meziyeti saymış. Madem meziyetin bu imiş biz de birkaç kelamı aynı meziyet kalıbından edelim bay MUTLAK ALLÂME.
“TEKZİP” herhangi bir basın aracı tarafından yayımlanan yazılı, görsel, işitsel yayınların kişilik haklarına saldırı teşkil etmesi halinde ortaya çıkmaktadır. Herhangi bir haber veya içerik sahte, yalan, asılsız bilgiler barındırıyor, kişilik haklarına saldırı teşkil ediyor ise tekzip yayınlatmak yoluna gidilmektedir. Hukukta da bir hak olarak tanınmıştır.
Senin şahsını veya geçmişte başkanı olarak varlığını sürdürdüğün dört MMMM’li derneğini doğrudan ilgilendiren bir haber, yalan, iftira, manipülasyon gördün de mi bu hezeyan-ı feveran ile başkalarına hakaret etme hakkını kullandın. Buradan okuyacaklarından da sakın edep, saygı gibi olguları arama çünkü o perdeyi yırtıp atmışsın. Üç buçuk mollalığınla şunu bilmiş olman gerekirdi. “Düşünmeden konuşmanın cezası, konuştuktan sonra düşünmeye mahkûm olmaktır.” Hz Ali
“Toplumumuzda “Ben her şeyi bilirim deyip de haddini bilmeyen insanlar çoğalmaktadır”
Son günlerde azınlığımızdan bazı kalemşörler her şeyi “Ben bilirim” havasıyla Gümülcine Medrese-i Hayriyesi hakkında tarihi gerçekleri saptırma veya balçıkla sıvama cüretkârlığı cesaretini kendilerinde hissederek, Batı Trakya Müslüman Türk Toplumu nezdinde yeni yapay gündem oluşturma sevdasına kapıldıklarını hayretle izliyoruz.
Bu beyler, tepeye tırmanayım, eski köye yeni adet çıkarayım derken, cehil kuyusunun dibine düştüklerini henüz daha fark edememişlerdir.”
Gümülcine Medrese-i Hayriyye’si hakkında gerçekleri saptırmak ancak vakfiyesini inkâr etmekle olur MUTLAK ALLÂME. Vakfiyeyi okuyup okumadığını bilmiyoruz ama inkâr ettiğini görüyoruz. Buna rağmen buradan bazı bölümler göstereceğim. Resimde görülen imzalar, Sohtalar Medresesi’nin Kuruluş Vakfiyesini imzalayan şahıslar ve bugünkü tarihe tekabülü ise 1455’tir.O tarihten günümüze binlerce medrese açılmıştır demekle neyin ne olduğunu kavrayamamanın ucûbesini anlatmış oluyorsunuz. Evet binlerce açılmış. Ama başka diyarlarda sayın allâme. Burada, bizim bölgemizde tektir. Ve de Balkanlarda. Bundan yaklaşık yüz yirmi sene sonra da bugün hala faaliyette olan Bosna Hersek Saraybosna Gazi Hüsrev Bey Medresesi’dir. Bunları öyle cami odası, dergâh mahfili, tarikat dervişliği eğitim odaları ile karıştırmamak icâb eder.
Tarihi saptıran şahıs. Yazdığın kitapta dahi elindeki belgeleri saptırmaktan başka bir iş yapmamışsın. Sohtalar Medresesi’nin Kuruluş Vakfiyesi’nin içeriğine uygun olarak o dönem hizmet veren, kayıtlarda mevcut on iki medresenin sadece dördünün ISLÂH-I MEDÂRİS NİZÂMNÂMESİ ile İdâri ve Tedrîs yönünden birleştirildiğini ve on beş maddelik bir tüzük – mutabakatnâme imzaladıkları ve bu maddelerin birinci maddesi olan:
“ GÜMÜLCİNE’DE EL-YEVM MEVCÛT VE HÂLEN FAÂLİYETTE BULUNAN KAYALI, SOHTALAR, YENİ CAMİÎ, TEKKE MEDRESELERİ NAMIYLA MA’RÛF DÖRT MEDRESE YALNIZ TEDRÎS VE İDÂRE CİHETİNDEN TEVHÎD İDİLEREK BİR MEDRESE ADDOLUNUP “ MEDRESE-İ ÂLİYE “ NÂMIYLA TEVSÎM EDİLMİŞTİR “ diyerek beyan etmişlerdir.
İkinci maddesinde ise:
“KAYALI, YENİ CAMİÎ, TEKKE MEDRESELERİ BU MEDRESE-İ ÂLİYE’NİN ŞÛBELERİ MESABESİNDE ADDOLUNUP, BİRİNCİ ŞÛBESİ KAYALI, İKİNCİ ŞÛBESİ YENİ CAMİÎ, ÜÇÜNCÜ ŞÛBESİ TEKKE MEDRESELERİ OLUP ŞİMDİLİK MERKEZİ SOHTALAR MEDRESESİ İTİBAR EDİLMİŞTİR.” diyerek herkesin anlayacağı sarahatle kaydetmişlerdir. Görmemek için kasıtlı inkâr gerek. Açıktan tarih sapıklığını sergilemek gerek.
Kabul edilecek öğrencilerin özel imtihana tabi olacağı, yaşlarının on üç ile yirmi üç yaşları arasında olması gerektiği şartının yanında, dördüncü maddede ise: “üç şûbe ile bir merkezden teşkîl olan iş-bu MEDRESE-İ ÂLİYE, İBTİDÂÎ, TALÎ, ÂLİ olmak üzere üç kısma münkasım olup her kısmın müddet-i tedrisiyesi BEŞ SENE ve her kısım beş sınıfı muhtevi olmakla ON BEŞ SINIF ÜZERE müddet-i tahsil ON BEŞ SENE OLUP bir de Hıfz-ı Kur’an ve İhtiyât şûbelerine münkasım İHDÂRİ KISMI nâmıyla bir kısmı mahsus olacaktır. … “ diye açık açık beyan etmelerine rağmen görmemek sadece kasıtlı inkârın mahsulü zihniyetçe kendilerine atfettiği bir imtiyazdır.
Bununla da yetinmemişler onuncu maddesinde ise, senin açıktan inkâr ettiğin, kitabında maksatlı ve açıkça sapıttığın gerçekleri, öyle anlaşılıyor ki okuma zahmetinde dahi bulunmadığın 1949 dâhilî nizâmnâmesinin maddesini buraya şart koşarak yazmışlar ve demişler ki: “ ….. MEDRESE-İ ÂLİYE’NİN suret-i idâresine dair ayrıca DÂHİLÎ BİR NİZÂMNÂME TANZÎM EDİLECEK …… ledel-icâp nâzır ve müfettişler tayin olunup …..” şeklinde kaydetmişlerdir.
Buna istinaden savaşlar nedeniyle mecburen eğitime verilen aranın ardından yeniden eğitime başlaması nedeniyle 1949 yılında tanzim edilen “MEDRESE-İ HAYRİYYE’YE ÂİD OLMAK ÜZERE HUSÛSÎ NİZÂMNÂME BER VECH-İ ZİR MEVÂD İLE BEYÂN OLUNUR” diyerek yirmi iki maddelik bir DÂHİLÎ NİZÂMNÂME yazmışlardır.
Bu nizâmnâmenin birinci maddesi: “Medrese-i Hayriyye’de müderrislik veya muâllimlik vazifesi ile muvazzaf olan efendiler muâyyen ders saatlerinde bilâ mazeret-i meşrûâ vazifelerini terk edemezler” diye görev tahsisi yapmışlar ve ikinci maddesini de şöyle şartlandırmışlardır: “gerek merkez ve gerekse şûbelerinin nizâm ve intizâmına dikkat etmek vazifeleri dâhilindedir” diye açık beyan etmişlerdir.
Buradaki “merkez” hangisi, “şûbeleri” hangileri oluyor sayın gerçek tarihçi! Kendisi mevcût olmayan bir yapının şûbesi ne zaman olmuş!!! Bir açıklama yapsaydın da onu da öğrenmiş olurduk. İnkâr etmek için yazıldığı açıkça belli olan kitabını yazarken bu mutabakatlar elinde mevcût iken neden bunları anlatmadın da, sapıklık dolu olan kitabında ısrarla “iki senelik-yıllık yeni medrese kuruldu” diye inat ediyorsun. Hiç bir belgeyi okumadığın belli oluyor da, hiç olmazsa bir okuyana danışsaydın. En azından danıştığını biz bilmiyoruz. Yoksa danıştın da onlar mı böyle tavsiye etti.
Şunu da ilave ederek aktaralım. 1938-1939 ders yılı sonunda altı yıllık eğitim mezuniyet diplomasına da gerçekçi, bilimsel, allâme-i mutlak sıfatı ile ikna edici cevabınız vardır herhalde.
Bunu da reddetmek için şunu diyebilirsiniz: Rahle düzeni eğitimin geçersiz tahterevalli belgesidir. Nede olsa elinizin altında olanları tahrif ederek gerçek tarih! Diye yutturmaya çabalamışsınız. Bunu da sallarsınız olur biter. Siz ne buyurursanız mutlak doğru o’dur. Yalnız fazla atmayın. Neticede din gardaşıyız. O kadar yüksek ferman buyurmuşsunuz ki, Medrese-i Hayriyye 1949 yılında, Şahin Medresesi de 1926 yılında kuruldu. Yalnız biraz yavaş atsaydın iyi olurdu. Sakın Şahin Medresesi’nin de 1906 yılına ait kaydı bir yerlerde olmasın? Ben emin değilim.
Dâhilî Nizâmnâme’nin 22. maddesini müteakip yazılan şart ise, tarih sapıtıcıları yoluna set çekmiş ve demişler ki: “İş-bu mevâd üzerine mürettep bulunan nizâmnâme, usûl-ü tedrise muvaffak olduğu Medrese-i Hayriyye ENCÜMENİ tarafından TASDİK KILINDI. 26 Tişrin-i Sâni 1949” diyerek bu nizâmnâmeyi akt eden ve imza eden heyetin vasfı, MEDRESE-İ HAYRİYYE ENCÜMEN HEYETİ’dir.
Encümen Heyeti Üyeleri’nin hayatlarını idame ettirdiği diğer mesleki vasıfları olması, Encümen Heyeti kimliğiyle imza ettikleri her belge diğer vasfı olan mesleğini mi tescil etmiş oluyor? Biri AVCILAR KULÜBÜ Başkanı, biri NALBANTLAR KULÜBÜ Başkanı, biri ÇARIKÇILAR KULÜBÜ Başkanı olurlarsa bunlar Encümenlik Kurumu adına bir belge imzalayınca bu belgenin muhtevası çarıkçıları, nalbantları, avcıları mı belgeliyor sayın allâme. Eğer sizin yüksek allâmelik seviyenizde bu böyle ise, bugün de Encümen Heyetleri tarafından imza edilen her belge, heyet üyelerinin ait oldukları meslek kurumunun imzası olmuş oluyor. Bu ne siyasi-idari deha!
Mesleği ne olursa olsun buradaki vasıf ENCÜMEN HEYETİ VASFIDIR. Mesleki olarak ait oldukları vasıfları olmadığını anlamak için biraz da cahil-cühelâ takımına danışsaydın söylerlerdi sayın mutlak allâme.
Her iki nizâmnâmede de “MEDRESE-İ ÂLİYE” kaydı devamlı olarak kullanılırken, kitabındaki “iki ayrı medrese” sonucunu nereye dayandırdın? Yukarıda da aktarılan Sohtalar Merkez Medresesi’nin bir şûbesi olan Yeni Camiî Medresesi’ni nereden nereye Bulgarlar iki “yıllık eğitim kurumu” olarak kurmuş oluyorlar? Onlar mevcût eğitimi devam ettiriyorlar. Ne müfredatı, ne de yapıyı değiştirmişler. Nerde kaydı- kuydu!!! Bulamazsın. Sakın o dönem içinde verilmiş karneleri gösterme. Aynı karneleri senin köyünde olmasa bile diğer köylerdeki okullarda da verdiler. Bu okulları da Bulgar mı kurmuş oluyor? Belge bulma meselesi hakkında senin için basit bir cevap var, onu da buradan biz söyleyelim. Bulgar kayıt tutmamış dersiniz, kendinizce işin içinden çıkmış olursunuz. Ne gerek var bu memleketin ENCÜMEN HEYETİNİN neyi nasıl zapt-u rapt altına aldığını okumaya!!! Ne önemi var bu memleketin MEDÂRİS MÜDÜRLÜĞÜ’NÜN (günümüz karşılığı Yüksek Öğrenim Kurumu) neyi nasıl şarta bağladığına!!! Şunu da buraya “cehil kuyusunun dibine” bir kaydedelim de belki bir gün düşünürsün. İkinci dünya savaşına kadar MEDÂRİS MÜDÜRLÜĞÜ bizim bir kurumumuz iken, bin dokuz yüz ellilerden (1950) sonra asla bizim uhdemize iâde edilmemiştir. Bunun yerini ise yönetim tarafından oluşturulan AZINLIK EĞİTİMİ KOORDİNATÖRLÜĞÜ almıştır.
Yine ona kezâ İSLÂM MEDRESESİ diye özel bir medrese yoktur. Ne talebesi var, ne kuruluş vakfiyesi var, ne de ayrı eğitim kadrosu. İSLÂM MEDRESELERİ tanımı, burada mevcut medreselerin genel tanımı olarak kullanılmış. Onu da ISLÂH-I MEDÂRİS NİZÂMNÂMESİ’ni kayda almaya başlarken ilk cümle olarak onunla başlamışlar ve ifadeyi şöyle kullanmışlar: “ Ulûm-u Şer’îyyenin müfeyyâz kemalâtı olan MEDÂRİS-İ İSLÂMİYE’NİN her türlü tekemmülâtına mazhar olup daima perverde-i himmet ve âtıfet olmak lazım gelen…..” diyerek genel bir tesmiyede bulunmuşlar. Dönemin bütün medreselerinin genel vasfıdır bu tanım.
Bunu da mütemadiyen iki yıllık bir eğitim kurumu olarak sunmuşsun. Neden bu “İKİ YILLIK EĞİTİM SÜRESİ” kaydı ısrarı. Bunun arkasında neyi gizliyorsun? Şunu mu ispatlamaya çalışıyorsun bununla? Yaklaşık yirmi yıl sonra Selânik’te açılacak olan iki yıllık Özel Pedagoji Akademisi için yönetim bu medreseyi hizmete sundu! Zeminini mi oluşturmaya çalışıyorsun. Bunu bu kasıt ve saptırma ile yapmamışsan peki nedir maksat?
Sayın tarih saptırıcı ve tarihi kökleri inkâr edici allâme.
- İki yıllık İslâm Medrese’si kurulmuştur diye dayanak göstermeye çalıştığın öğrenci karnesinin birinci dönem karnesinde nasıl bir medrese yazdığını neden dile getirmedin !!!
- Neden korktun !!!
- Zihniyet varlığınızı tesis ettiğiniz TARİHİ KÖKLERİ İNKÂR SALTANATINIZ mı yıkılacaktı !!!
Ve o karnede, MEDRESE-İ ÂLİYE’de okutulan derslerin bütünü kayıtlı iken, neden sadece din içerikli ders isimlerini yazdın da fen ağırlıklı olanları ES GEÇTİN. Medrese’yi çağın dışında kalmış, dar kalıplı, dağ başı dergâh dervişlerinin eğitim odası seviyesine indirme mesajı ve imajı oluşturmak mıydı gayen?
O, kitabında yazdıklarının haricinde, kitabına yazmaktan imtina ettiğin dersleri de buradan, cehil kuyusunun dibinden, allâme-i mutlak şahıslara bir not olarak hatırlatalım. İlm-i kelâm, Farisî, Cebir, Müsellesât, Vatan Coğrafyası, Bulgar Tarihi, Ma’lûmat-ı Medeniye, Tarih-i İslâm, Hikmet, Kimya, Kosmografya, Ruhıyyat, Fenn-i Tâ’lim, Usûl-i Tedris, Mantık, İlm-i Ahlâk. Bunlar o karnede ve başka karnelerde olup da asla yazmadığın derslerin sayısı on altı (16)’dır. Ve bunlar eğitim müfredatının ana omurgasını teşkil ediyorlardı.
Kitabında zikrettiklerin ise sadece on iki (12) derstir. Bir okul tarif ediyorsun ve bu okulun müfredatının yüzde altmışını saklıyorsun. Sonra da geriye kalan yüzde kırkı üzerinden fikri temel inşa ediyorsun. Amacı ve hedefi belli olan bu uygulama ancak ve ancak FOSİLLEŞMİŞ ZİHNİYETİN ŞEŞHÂNE KETHÜDALIĞI yapan şahsiyetlerin meziyetidir ve biz bu zihniyeti iyi biliyoruz.
Ne hikmetse kitabına aktardığın ve tekzipte yazdığın üzere her ikisi de (İslâm ve Âliye Medreseleri) araya giren ikinci dünya savaşı nedeniyle kapatılmıştır.
Doğrudur. Mantık ve bilgi sahibi adama şu basit soruyu sorarlar: İkinci dünya savaşı ve ilintili kargaşalıklar süresince 1949 yılına kadar hangi okul eğitim veriyordu?
Yüksek ilm-i tarih ve ilm-i siyaset bilginizi şu cehil kuyusunun dibinde olanlara aktarmayı layık görmemişsinizdir mutlaka. İstersen buradan biz aktaralım. Hiçbir okul çalışmamıştır.
Muhacirlik nedeni ile zorunlu göçe tabi olan köylerin camileri de o zaman zarfında tahrip olmuştur. Savaşın bitmesi neticesinde okullar eğitime, camiler ibadete, tahrip olmuş ibadet – eğitim yapıları yeniden imar edilip muhtevası gereği faaliyete başlarken yeni mi kurulmuş oluyorlar? 1940 öncesi mevcudiyetleri yok mu sayılıyor sayın allâme! Böyle bir mantık ancak eğitimle elde edilir.
Nasıl bir eğitim ise bu tabi. Bu durumda hiçbir varlığımız Lozan garantisi altına girmiyor. Hiçbir tarihi kökümüz kalmıyor. Hiçbir vakfımız bizim olmuyor. Çünkü hepsi 1949’dan sonra kurulmuş oldu! Hepsi yeni yetme bir statüye büründü.! Bu ne biçim bir inkârdır. Bu ne biçim bir köksüzlüktür. Doğaldır ki bunu cehil kuyusu dibi ehli anlamazlar!
İstersen bir örnek verelim. 1936 yılında kurulan Rodop-Evros Türk Öğretmenler Birliği de savaş nedeni ile 1940 yılında kapanıyor ve 1952 yılında tekrar açılıyor. Bunun gibi onlarca vakıa mevcut. Mezkûr dernek 1952 yılında mı kurulmuş oluyor!
Bir şeyin kurulması, önceki mevcûdiyetinin olmamasını gerektirir. Aynen üyesi olduğun ve sonrasında da başkanlığını yaptığın derneğin 1965 yılında kurulması gibi. O tarihten önce üzerine değişiklik gerçekleşen başka bir kuruluş tüzüğü olmadığı için o tarihte kurulmuş oluyor. Meydana getirmek ise: önceden mevcût olanın dağılmış parçalarını tekrardan bir araya toplamakla olur. Önceki mevcûdiyeti var olan, dönüştürülür. Yeniden yapılanır. Yeniden yapılanmanın adına hangi kural ile YENİ KURULDU denilir? Eğer yeniden yapılanmalar ve isimlerine yeni sıfat almaları YENİ KURULMAYI gerektiriyorsa, o zaman şu örnekleri nasıl izah edeceğiz?
Bu toprakların adı 1923 öncesi Osmanlı Devleti Toprağı idi. 1923’ten sonra Yunanistan Toprağı oldu. Dedenin taşıdığı kimlik Osmanlı Devleti kimliği idi. 1923 sonrası kimlik ile yeni çıkmış bir birey mi olduk. Önceki dedelerimizin kimliği bizi bağlamıyor oluyor. Savunmanıza göre.! O zaman biz Osmanlı’dan gelen bir toplum değil, yeni yaratılmış bir tolum olduk! Kimlik değişti. Bölgenin genel ismi değişti. Haliyle biz de 1923’ten sonra yeni üretildik!
Bugün okullarımız birleştirme adı altında yeni bir isme kavuşuyorlar. … köy Okul Merkezi (Sholiko Kendro tou Horiou ….) diye isimleri de değişiyor sayın allâme. Bu okullar ne olacak? Bunlar bugün kurulmuş oluyor sizin NÂ MAKUL gerekçenize göre. İtiraz etmeyin. İsimler değişiyor. Bundan böyle ilkokullar bizim vakıf okullarımız demiyecek miyiz? Yada şöyle soralım. Her okul birleştiği tarihe göre, 2011’de kuruldu. 2012’de kuruldu. … 2020’de kuruldu vs. mi olacak?
Bir dönem bütün okulların belirleyici sıfatı MUSULMANİKON (MÜSLÜMAN), sonra kanunla TURKİKON (TÜRK), sonra MİONOTİKON (AZINLIK), son zamanlarda da SHOLİKO KENDRO (…. OKUL MERKEZİ) diye adlandırılmaya başlandılar. Kapananlar MİONOTİKON-AZINLIK, birleştirilenler SHOLİKO KENDRO oluyorlar. Bunu daha görmediğiniz için inkâr edebilirsiniz. Okumaya başladığınızda küçük dilinizi mi yutarsınız, memnuniyet alkışları mı tutarsınız bilmiyoruz. Peki şimdi ne olacak? Yeni bir isim kullanılacak diye okullarımız yeni kurulmuş mu olacak?
Sizin anlayışınıza göre 1936 yılında kurulan Rodop-Evros Türk Öğretmenler Birliği savaş nedeniyle 1952 yılında yeniden başladığı faaliyeti neticesinde 1966 yılında isim değiştirerek Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği adını almıştır. Hem de bunu Kuruluş Tüzüğünü değiştirerek yapmıştır. O halde 1966 da kurulmuş oluyor. Nasıl bir mantık bu!
Hê-kezâ Şahin Medresesi de ikinci dünya savaşı nedeniyle ara vermek zorunda kaldığı eğitimine tekrardan 1956 yılında başlamıştır. Nasıl oldu buna da 1956 yılında kuruldu!!! Dememişsiniz? Hayret! Mantığınız bunun da o tarihte kurulmasını gerektiriyor çünkü!
1952 yılında kurulan Celâl Bayar Okulu, 1960’ta Komotini (Gümülcine) Lisesi, Komotini (Gümülcine) Mikto (Karma) Lisesi, 1964’te Komotini (Gümülcine) Müslüman Lisesi, daha sonra Komotini (Gümülcine) Müslüman Ortaokul ve Lisesi ve 2001 yılından itibaren de Komotini (Gümülcine) Azınlık Orta ve Lisesi olarak devam etmektedir. Kuruluş isminden bugüne altıncı değişik isimle gelmiştir. Her yeni isim önceki ismi kapatmış, kendisiyle yeniden kurmuştur. Buna göre Celâl Bayar Okulu öyle 1952’de kuruldu falan değil, 2001’de kurulmuş oldu. Çünkü en son isim 2001 yılına ait. Demek ki yeni kurulmuş oluyor! Öyle mi?
İskeçe Azınlık Özel Orta-Lise’si (Muzaffer Salihoğlu) 1965 yılında “özel okul” olarak kuruldu ancak 2018 yılında Azınlık Okulu statüsüne çevrildi. Adı da, tabelası da, idari yapısı da değişti. O zaman geçmişi yok sayacağız, 2018’de KURULDU diye ferman basacağız.!!! Öyle değil mi?
İstanbul Üniversitesi 1453 yılında kurulur. Geçen süre içinde müteaddit defalar eğitime ara verir. Ortam sakinleşince yeniden eğitime başlar. İlk kuruluş ismi SAHN-I SEMÂN MEDRESESİ’dir. Sırasıyla, DARÜ’L FÜNÛN-İ ŞÂHÂNE, DARÜ’L FÜNÛNİ OSMÂNÎ ve İSTANBUL DARÜ’L FÜNÛNİ adıyla 1933 yılına kadar devam eder. 1933 yılında ise İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ adını alır. Tarihi dayanağı yok edip resmi olarak 1933 yılında mı kuruldu denilecek? Bu nasıl bir gerekçe ve medeni düşüncedir anlayan beri gelsin.
“İlkokul müfettişi olan Minas MİNAİDİS, her medreseye teftişe geldiğinde bize “ Ben bu Medrese-i Hayriyenin kurucusuyum” derdi…”
- Bunu esas ve delil kabul eden şahsiyete sormak lazım. Bu zat daha başka neler derdi?
- Meselâ, siz Büyük İskender’in torunlarısınız da der miydi?
- Böyle diyordu diye bunu delil mi kabul etmek lazım ve öyle miydiniz, öyle misiniz !!! Kabul edilir gibi değil.
- Yine: Siz burada Müslümansınız , ötekiler dinsiz. Bırakın onları, der miydi?
- Diyormuş idiyse bunu kabul edip diğer insanlara öyle mi denildi, denilecek?
Sıklıkla dillendirilmeye başlanan “Ellines Musulmani – Yunan Müslümanları” yakıştırmasına sadakat gösterip kabul mü edeceğiz? Medrese’ye inşâ edilen yeni ek bina (2003) tamamen İslam Bankası Fonu’ndan ve hayırsever vatandaş katkılarıyla yapılmış, yönetimin zerre katkısı olmamasına rağmen, dönemin Azınlık Eğitimi Koordinatörü ve halen Medrese’de eğitimci olan şahıs da her önüne gelene bu binayı ben yaptırdım – kurdurdum diyor.
Bunu da o mu yaptı diye kabul edeceğiz? İnkârın sınırı yoktur. Yolun istikametinden uçuruma yuvarlanan araba için artık geride kalan yolun istikametinin hiç bir faydası olmadığı gibi. Onun için artık uçurumun her tarafı eşit istikamettir. Mantık da, makul gerekçe de böyledir. Yolundan ayrılınca her türlü durum eşittir.
Yazar POPOVİÇ öyle demiş, böyle demiş. Ne demesi beklenirdi ki! Onların zihniyeti, o dediklerini şu kitapta da yazıyorlar, söylüyorlar. Sana göre doğrumu kabul edilmeli?
Bunları böyle söylüyorlar diye kabul edecek değiliz tabi. O zaman BU MEDRESE’Yİ BEN KURDUM sözü neden mutlak doğru kabul görüyor da kendi ataların olan MEDÂRİS MÜDÜRLÜĞÜ ZEVÂTIN, sonra da MEDRESE-İ HAYRİYYE ENCÜMEN HEYETİ’NİN TANZİM ETTİĞİ NİZÂMNÂMELERİ esas delil kabul edip bunlar üzerine gerekçeli karar üretme gayret ve azmini sonuna kadar kullanmıyorsun?
Neden GÜMÜLCİNE MEDRESE-İ HAYRİYYE VAKIF AZINLIK ORTA VE LİSE OKULU’nun tarihi kökeni seni bu kadar rahatsız etti?
Sebebi nedir bunun?
Mevlâna’nın şu sözü hayatının neresindedir? “AYNI DİLİ KONUŞANLAR DEĞİL, AYNI DUYGULARI PAYLAŞANLAR ANLAŞABİLİR”
- Bundan rahatsızlık duyması gerekenler başkaları olmalı iken, neden sen?
- Yönetim, tarihi yok etme gayreti içinde iken, sen de bu amaca hizmeti mi esas kabul ettin?
- Yakın geçmişte kilisenin başı “İslam din değil, siyasi oluşumdur” laflarını sarf ederken, sesini kimse duymadı!
- Medrese’nin Türkçe Müfredat ders saatleri sıfırlanmaya doğru giderken, sesini duyan olmadı!
- Buna boykot ile cevap veren öğrencilere bir destek sesin hiç duyulmadı!
- Aman orada (Medrese’nin önünde) birileri görmesin diye yolun o tarafa hiç uğramadı!
- Derslerin Rumca’laşması uygulaması cebri yöntemlerle yönetim tarafından dayatılırken, sesin duyulmadı!
- Medrese’yi devletleştirme kanunu çıkınca, sesin hiç duyulmadı!
- Mülkiyetimizin ve idari hakkımızın temeli olan OKUL AİDATLARI kanunen iptal edilirken, sesin hiç duyulmadı!
- Medrese’nin tabelası gece yarısı operasyonu ile değiştirilirken, sesin hiç duyulmadı!
- Türkçe müfredata ait derslerin Rumca’ya dönüştürülmesine sesin hiç çıkmadı!
DUYULMADI, DUYULMADI !………
Üç yıl Medrese’de okuyarak mezun olmakla, hayatın boyunca da bir daha oraya adım atamayarak Medrese hakkında MUTLAK DOĞRU SÖZ SAHİBİ olma hakkını kimse sana vermiyor. Kendini de MUTLAK ALLÂME konumunda zannetme. Bugün mücâdele verenler en az senin kadar Medrese’li. Kahir çoğunluğu da senden fazla Medrese’li.
KÖHNEMİŞ ZİHNİYETİN ŞEŞHÂNE KETHÜDALIĞI KALEMŞÖRLÜĞÜNÜ istediğin yerde icrâ edebilirsin.
Azimle mücâdele edenlere GÖLGE OLMA, BAŞKA İHSAN İSTENMİYOR SENDEN.
MÜCÂDELE ettiğini bilmiyoruz ama CEDELE ettiğini görüyoruz, biliyoruz.
EVET! GÜMÜLCİNE MEDRESE-İ HAYRİYYE’Sİ SOHTALAR MEDRESESİ ADIYLA 1455 YILINDA KURULMUŞTUR VE AYNI MEDRESE’DİR!
BİRİLERİNİ RAHATSIZ ETSE DE, DEĞİŞMEYEN TARİH BÖYLEDİR VE GERÇEK DE BÖYLEDİR.
AYNEN DEDENİN KİMLİĞİNİN FARKLI, SENİN KİMLİĞİNİN FARKLI OLMASININ SONUCU, SENİN DEDENDEN BAŞKA BİR SOYDAN OLMANI GEREKTİRMEDİĞİ GİBİ.
KENDİNİ BAŞKA BİR SOYDAN GÖRÜYORSAN BUNA DA BİR DİYECEĞİMİZ YOKTUR. KİŞİ KENDİNİ TAYİNDE HÜRDÜR.
YAPAY GÜNDEM DE BUDUR.
İNKÂR SALTANATI YIKILACAKTIR.