Editörün Seçtikleri

Diktatörlük dönemine mi dönüyoruz?…

Necat Ahmet necatahmet@gmail.com

2 Ekim 2020 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan Gümülcine ve İskeçe Müslüman Medreseleri Okul Encümen Heyetinin Yetkileri kararnamesi, bize eski diktatörlük yıllarını anımsattı.

Acaba Yunancayı mı unuttum diye düşündüm bir an, yoksa Din İşleri ve Eğitim Bakanlığı başka şey demeye çalışıyor da ben mi yanlış anlıyorum, diye de düşünmedim değil hani.

Farklı bir pencereden bakayım dedim iyi niyetli olduğumu göstermek için, ama yok o da olmuyor, ya pencere çok kirli dışarısı puslu görünüyor, ya da dışarısı hakikaten puslu.

4284 sayılı Bakanlık kararında Medreselere seçilen encümen heyetinin başına Gümülcine ve İskeçe Müftüsü Başkan olur, (şu anki naiblerden bahsediyor) ve başkan da öğretmenlerin arasından kendisine bir vekil seçer, vekil de onu gerektiğinde temsil eder diyor.

Buraya kadar tamam. Aslında tamam değil de tamam diyelim çünkü ilerisi daha ilginç. Madde 5’te bulunan ‘Okul Encümen Heyetinin Oluşturulması’ kısmında ‘Yerel Ortaöğretim Müdürlüğünün idari memurundan oluşan ve Doğu Makedonya Trakya İlk ve Orta Eğitim Bölge Müdürlüğü tarafından önerilen bir sekreter ve vekili olacak’ deniyor. Bu Hristiyan mı, Müslüman mı belirtilmemiş, sadece Eyalet bölge müdürlüğü tarafından önerilecek. Bak sen!

Madde 6’da bulunan ve heyetin oluşum-toplantı ve çalışmalarına değinilen bölümlerden birinde ise, encümen heyetinin yapacağı toplantılarda eş veya kan bağı ya da evlilik bağı ile dördüncü dereceye kadar akraba olan okul encümen heyeti üyelerinin aynı toplantıya katılmalarına izin verilmeyecek deniyor.

Yani iki kardeşin çocukları aynı okulda ve veli olarak bunlar da aynı heyette ama, birlikte aynı toplantıya katılamayacaklar.

Ben mi yanlış anlıyorum yoksa toplantılara bir defa biri diğer defasında da diğeri mi katılacak?

E arkadaş o zaman bu nasıl demokrasi?

Sen meclise ve kontrol ettiğin bütün kurum ve bakanlıklara hısım akraba ne varsa topla, mesele azınlık eğitimi olunca aynı fikirde olanları değil akraba olanları bile bir araya getirmekten çekin. Çok demokratik, vallahi bravo.

Yine aynı maddeye ait başka bir bölümde ise, toplantıya Encümen heyeti tarafından davet edilen makam sahibi kişilerin ki şimdi bunları burada analiz edecek değiliz, bunların dışında toplantıya üçüncü şahısların katılmasına da izin verilmez diyor. Bu da gerçekten çok demokratik. Burada herkes velilerden daha önemli sanki.

Madde 7’deki kararlar bölümünde ise oy birliği ile alınan kararlar ve hangi şekilde olması gerektiğine vurgu yapılırken, birinci bölümde yazılanlar takılıyor kafamıza.

Ne diyor?

Okul Encümen heyetinin kararları, üyelerin salt çoğunluğu ile alınır. Buraya kadar güzel, ama ya sonrası?

Bakın ne diyor…

Bu tür çoğunluğun sağlanamaması durumunda, oylama zayıf görüş belirten kişi veya kişilerin, baskın görüş belirtenlerin tarafına zorunlu katılımıyla mutlak çoğunluk oluşana kadar tekrar edilir. Eşitlik olsa bile başkanın oyu belirleyicidir. Yani kısaca alınacak kararları da ben belirlerim, kabul ettirinceye kadar da zorlamaya devam ederim diyor.

Yoksa yine biz mi yanlış anladık ya?

Ha bir de unutmadan, bu “Kararlar” bölümünde bir de aleyhte oy kullanan üyelerin görüşleri ve isimleri tutanaklara kaydedilir diyor.

Buna fişleme mi deniyor demokraside, bilemedim şimdi?

Yoksa, yoksa kral da benim sultan da mı denmek isteniyor acaba ?

Stalin’in bir sözü aklıma geldi bunları yazarken. Ne diyordu Stalin?

“Fikirler silahlardan daha güçlüdür. Düşmanlarımızın silah sahibi olmasına izin vermezken, neden fikir sahibi olmalarına izin verelim ki.”

Unutulmamalıdır ki bunu söyleyen de bir diktatör. Zaten onun için de başlığımızı bu şekilde attık.

Acaba geri dönüş mü başladı, demokratik diktatörlük kulağa nasıl da hoş geliyor?

Nasıl da kelimelerle oynanıyor dikkat ediyor musunuz?

Özellikle azınlığı ilgilendiren kararlarda.

Yukarıda anlatmaya çalıştığımız aslında çok basit. Medrese olayına farklı bir açıdan bakarsanız siz de bu basitliği anında göreceksiniz.

Aslında fotoğraf çok net, siz göremiyorsanız, daha önce de söylediğimiz gibi baktığınız pencerenin camının kirli olmadığını bir gözden geçirin, yani ilk olarak onu temizleyin ve yeniden bakın bakalım, ne görüyorsunuz?

Gümülcine’deki Medresenin de İskeçe’dekine benzetilmek istenmesini göremiyor musunuz?

Eee bu da onlara göre bayağı normal sayılır. Selanik Pedagoji Akademisi kapandı kapanalı, mezun olanların bir çoğu Türkiye üniversitelerini tercih etmeye başladı, en doğal hakları tabii ki ama, devlet bu şekilde düşünmüyor.

Neden diye soruyor kendisine, neden burası değil de Türkiye, ya da ne bileyim ben Bulgaristan?

Yahu arkadaş bu çocuklara sen nasıl bir gelecek vaat ediyorsun ki, söylediklerine kanaat getirsinler?

Eskiden bir seçenek vardı ve paralı bir seçenekti, şimdi o da kayboldu yok oldu, bu öğrenciler şimdi neye göre karar verecek?

Tabii o zaman düşündü devlet baba, ‘Ben de o zaman işime yaramayacak bu kadar çok öğrenciyi neden eğitiyorum, bu kadar masraf neden yapıyorum?’ diye, öğretmenleri öde, kendini bu kadar masrafa sok.

Bu da iş mi ya?

İş verenler hep böyle işte arkadaş ya, kendi işin olmadıktan sonra ya da başka türlü söyleyelim, kendi işin olmadığına ikna edildiğin zaman hep ikinci plana atılıyorsun aslında.

Aslında adamlar bize, çocuklarınızı Medreseye göndermeyin, burada kontrol bizde, burada kararları biz veririz ve kendi adamlarımızın çocuklarını burada eğitip ileride bizim istediğimiz mevkilere hazırlamak istiyoruz, anlayın işte diye haykırıyorlar ama, biz duymak istemiyoruz. Kulaklık mı lazım yoksa gözlük mü anlayamadık.

Örnekleri çoğaltmak mümkün aslında. Mesela Bakoyanni geliyor, Sirkeli’deki toplantıda Belediye Başkanı kendisine Ortaokul ve Lise’ye ihtiyacımız var bölgede diyor, parantez içinde azınlık okulunu kastederek.

Bunu Bakoyanni de çok güzel anlıyor aslında, Stilyanidis’de ama, verdiği cevap daha da muhteşem. Sizin ilkokullarınızda sorun var eğitim yetersiz, ilkokuldan çocuk yetersiz eğitimle çıkarsa ortaokulu ne yapsın, önemli olan ilkokuldur.

Size kaliteli ilkokul yapalım hatta bir değil daha fazla yapalım, çocukları onlara taşıyalım yemeğini verelim derken de tabii devlet okullarından bahsediyor.

Bunu orada olanlar da çok iyi anlıyor ama çıt yok. Herkes kendi bildiği taraftan okumaya çalışıyor tahtada yazılı olanları. Halbuki her şey çok net ve şeffaf.

Zaten Azınlık İlkokullarına alınan Yunanca ders öğretmenleri bizim çocuklarımıza ne kadar Yunanca öğretebiliyor, veya öğretmeyi ne kadar istiyor?

Bunu tartışmak gerek, aslında evet onlara dokunan Türkçe müfredat ama övündükleri de Yunanca müfredat.

Peki Yunanca konusunda neden kaliteli bir eğitim verilmediğini de şikayet etmiyoruz o zaman?

Mesela hatırlayın, bir dönem Yunan üniversitelerinden mezun azınlık çocukları bir pilot uygulamayla belirli azınlık okullarında denendiler. Azınlık öğrencilerinin Yunanca derslerine girdiler, çok gerekmediği sürece Türkçe konuşmadılar.

Sadece mecbur kaldıkları sürece, öğrencilerin zorlandığı yerlerde Türkçe izah ettiler. Onların ders verdiği sınıflardaki çocuklar Yunancayı daha çabuk çözmelerine rağmen, bu pilot uygulamanın başarısız olduğunu savundu yetkililer.

Daha sonra da aynı öğretmenleri Yunan ilkokullarına tayin edip Yunan öğrencilere Yunanca dersi verdirdiler. Yahu insana sormazlar mı, ‘Arkadaş azınlık okullarındaki Yunanca öğretme pilot uygulaması dediğiniz gibi başarısız olduysa, o zaman bu uygulamada kullandığınız bu öğretmenleri Yunan okullarına Yunanca dersleri için neden atadınız? Yoksa bizim çocuklarımızı kendi çocuklarınızdan daha değerli mi buluyorsunuz?’ Mutluluktan gözlerim yaşardı sanki, biraz sonra da dört köşe olacağım.

Arkadaş insanın sorası geliyor, bayram değil seyran değil, eniştem beni niye öptü diye. Yoksa çok seviliyoruz da farkında mı değiliz.

Ne dersiniz?

Kaynak
http://milletgazetesi.gr/

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu